Diş aşınması (Asit erozyonu) nedir?

Diş aşınması (Asit erozyonu) nedir?

Diş çürüğü ile ilgili problemlerin korunma yolları ve tedavi yöntemleri açısından çözümlenmiş olduğunu ifade eden uzmanlar, asit erozyonu hastalığının ise yeterince ele alınmamış bir olgu olduğunu belirtiyor.

Doç. Dr. Tosun Tosun, çok fazla önemsenmemesinden dolayı ağız ve diş hastalıklarına hatta diş kayıplarına neden olan asit erozyonu ile ilgili merak edilen soruları cevaplandırdı.

İnsanlar hala diş hekimine gitmekten çekiniyorlar mı?

Günümüzde ağız sağlığı ile ilgili toplum bilinci artmış olsa da birçok kişi diş tedavisi yaptırma aşamasına gelindiğinde korku duyuyor ve tedavi yaptırmaktan çekiniyor. Bunun kökenlerine bakıldığında sosyo-kültürel bir olgu olduğu ve birçok toplumlarda diş hekiminin çocukları disipline etmek için bir korku unsuru olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ancak bilinmesi gereken günümüz diş hekimliği uygulamalarının son derece teknolojik olduğu ve ağrı ile acıya yer olmadığıdır.

Hastalarınızın problemleri arasında en sık karşılaştığınız hangisidir?

Kliniğimize müracaat eden hastaların büyük çoğunluğu diş eksikliklerinin implantlar ile telafisini talep eden gruptur. Bu durum benim oral implantoloji uzmanı olmamdan kaynaklanmaktadır. İkinci grup hastalar diş çürüklerinin tedavisi amacı ile başvuranlar, üçüncü grubu ise dişeti hastalıkları sebebi ile müracaat edenler oluşturmaktadır. Bu temel şikayetler ile başvuran hastaların büyük çoğunluğunda ortak olarak gözlemlediğimiz klinik problem ise mevcut dişlerde görülen erozyon tarzı madde kayıplarıdır.

Sizce günümüzde ağız ve diş sağlığı konusunda en büyük sorun nedir?

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization) 2003 yılı Dünya Ağız Sağlığı Raporuna göre “diş çürükleri” hala en büyük sorundur. Bunun arkasındaki temel neden dünya nüfusunun büyük bölümünün yoksul ülkelerde yaşıyor olması ve ağız bakımına gerekli önemin ekonomik ve sosyal sebeplere bağlı olarak yetersiz olmasıdır. Çürük probleminin yanı sıra aynı örgütün 2006 ek raporunda da yer aldığı gibi “asit erozyonu” da giderek artan oranda karşılaşılan bir problem haline gelmiştir ve araştırmaların yönü bu asit erozyonu problemi üzerine yoğunlaşmaktadır.

Diş çürüğü problemi, sosyo-ekonomik sebeplere bağlı yaygınlığı dışında, korunma yolları ve tedavi yöntemleri açısından çözümlenmiş olmasına karşın, asit erozyonu yeterince ele alınmamış bir olgudur. Asit erozyonu, 20yy başlarından beri bilinmesine rağmen, diş çürükleri, dişeti hastalıkları ve protez yapımı gibi diş hekimliğinin diğer problemleri daha ön planda olduğundan, yeterince dikkat çekmeyerek tek başına ele alınmamıştır. Fakat 90’lı yılların başından itibaren asit erozyonu vakalarının görülme sıklığındaki artışa bağlı olarak bu komplikasyon araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Halen konservatif diş hekimliğinin en güncel konusunu asit erozyonu oluşturmaktadır.

Asit erozyonu neden şimdi bir sorun teşkil etmektedir?

Diş hekimliğinde 20yy boyunca üç temel problem olan “diş çürüğü”, “dişeti hastalıkları” ve “kaybedilen dişlerin telafisi” konularında birçok yeni tedavi yöntemleri geliştirilerek sorunların önlenmesi veya çözümü aşamalarında oldukça başarılı bir konuma gelinmiştir. 90’lı yıllara gelindiğinde araştırıcılar daha önce eğilmedikleri bir konu olan “asit erozyonu” ile ilgilenmeye başlamışlar ve tek başına ele alındığında toplumda %90 oranı gibi oldukça yüksek görülme sıklığı bulunduğunu saptamışlardır. Asit erozyonunun geç olarak ele alınmasıyla ilgili bir örnek vermek gerekirse, 1985 yılında Amerikan Diş Sağlığı Vakfı tarafından San Antonio’da düzenlenen uluslararası konferansta “asit erozyonu” konular arasında yer almazken, 1999’da Londra’da toplanan ve San Antonio sonuçlarının güncellenmesini amaçlayan konferansta “asit erozyonu” dört ana başlıktan birisini oluşturmuştur (Hefferen 1986; Curzon&Hefferen 2001).

Asit erozyonunun tek başına ele alınışında geç kalınma sebeplerinden birisi de dişlerde görülen birbirine sürtünme kaynaklı aşınma (atrizyon), özellikle diş sıkan-gıçırdatan hastalarda, yani bruksizmi olan kişilerde görülen, dişlerin boyun bölgesinde kuvvet-gerilme dağılımındaki artışa bağlı kama şeklinde defektler (abfraksiyon) ve hatalı diş fırçalama veya mesleki sebeplerle ortaya çıkan aşınmaların (abrazyon) hep birlikte ele alınmış olmalarıdır.

Bir diğer sebep de erozyonu diğer aşınma türlerinden ayıran detayların tam ortaya konmamış olması ile ayırıcı tanıyı oluşturacak klinik indekslerin birbirinden farklı kriterlere göre düzenlenmiş olmasının araştırmalar ve araştırıcılar arasında yarattığı lisan karmaşasıdır (Eccles&Jenkins 1974; Eccles 1979). Nitekim 1995’te Uluslararası Yaşam Bilimleri Enstitüsü tarafından Diş Erozyonu Avrupa Çalıştayı düzenlenmiş ve burada araştırıcıların ortak bir dil konuşmaları amacıyla geniş çaplı epidemiyolojik çalışmalarda kullanılmak üzere diş erozyonu saptanması ve değerlendirmesine yönelik bir “indeks” geliştirilmesi önerilmiştir. Bu amaca yönelik indeks 2007’de Basel’de toplanan konferansta Temel Eroziv Aşınma Değerlendirmesi-BEWE-Basic Erosive Wear Examination adı ile tanıtılmıştır (Young ve ark 2008; Barlett ve ark 2008).

Konuya son yıllarda verilen önemi ortaya koyması açısından Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) 2006 yılında, Dünya Diş Hekimliği Federasyonu (FDI) ve Uluslar arası Diş Hekimliği Araştırmaları Derneği (IADR) bir araya gelerek “Global Consultation” adında, WHO bünyesindeki ülkelerde fluorid kullanımını yaygınlaştırarak ağız sağlığına katkıda bulunmayı amaçlayan bir organizasyon oluşturmalarını örnek olarak gösterebiliriz. Global Consultation, toplantılarda aldığı kararları raporlar haline getirerek tüm resmi ve sivil toplum örgütlerini fluorid kullanımı üzerine bilgilendirerek eyleme dönüşecek karalar alınmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

İnsanlar geçmişte de “Asit erozyonu” problemi yaşadı mı?

Gerek diş tedavi yöntemlerinin gelişmesi ve yaygınlaşması, gerekse kişisel ağız bakım ürünlerinin yaygınlaşması ve toplumun ağız sağlığına verdiği önem ile bilincin artması dişlerin ağızda hizmet süresini uzatmıştır. Bunun bir yan getirisi dişlerin daha uzun yıllar ağızda kalışı ile daha çok aside maruz kalmaları ve dolayısı ile “asit erozyonu” miktarındaki artıştır.

Diş çürümesi ve erozyon arasındaki fark nedir?

Dişlerin ağız içersinde görünen kısmı mine tabakası ile kaplıdır. Diş minesi %96sı kaliyum ve fosfat kristallerinden oluşan çok sert bir mineral dokudur ve asitlere maruz kaldığında yüzey kısmından başlayıp derinlere doğru ilerleyen mineral kayıpları oluşur. Kısaca asitler ine üzerinde tahrip yapıcı etkiye sahiptirler. Ağız ortamına asit üç ana kaynaktan gelir:

– Ağızda yaşayan bakterilerin şekeri sentezleyip asit oluşturması,

– Gastroözofageal, Reflü, Anoreksiya Nevroza veya Bulimiya Nevroza hastalıklarında mide asitlerinin ağız ortamına gelmesi

– Besinler ve içecekler ile veya mesleki sebeplerle sıvı ya da buhar şeklinde ağıza giren dış kaynaklı asitler (Ali ve ark 2002, Issing ve ark 2003).

Ağızda yaşayan bakterilerin diş üzerinde birikerek oluşturdukları bakteri plağının sentezlediği asitler uzun süreler mine ile irtibat halinde kalırlarsa diş çürüğünü oluştururlar. Çürük öncelikle mine tabakasındaki mineral kaybı ile başlar (demineralizasyon) ve beyaz noktalar oluşur. Yumuşayan mine içersine giren bakteriler burada da asit üretimine devam ederek daha alt katman olan “dentin”e ulaştıklarında daha çok organik malzeme ile karşılaşır ve bunlardan beslenerek hızla çoğalırlar. Böylelikle çürük alanı hacmen gelişmeye ve derinleşmeye devam eder.

Asit erozyonun da ise bakteri kaynaklı asitler etken değildir. Beyaz nokta oluşumu gözlenmez. Asitlerin etkilediği mine demineralize olup erozyonla yok olur. Geriye ondule, hafif iç bükey, kaygan, parlak mine kalır. Mine inceldiği için altındaki koyu renkli dentinin rengi dışarı yansır. Bazı durularda mine tamamen erozyon etkisi ile yok olur ve alttaki dentin daha yumuşak bir katman olduğundan hızı artarak erozyona uğrar. Mine incelmesi ve daha sonra dentinin açığa çıktığı klinik tablolarda hastada dişlerde kamaşma ve hassasiyet şikayetleri (dentin hassasiyeti) başlamıştır.

Asit erozyonu nedir?

Asit erozyonu ağza giren bakteri kaynaklı olmayan asitler etkisi ile mine ve/veya dentin tabakalarında görülen madde kaybıdır. Belirtileri dişlerde sıcak-soğuk hassasiyeti, asitli ve tatlı gıdalarda kamaşma, diş fırçalarken veya sert cisimler ile temasta hassasiyet, dişlerin daha ziyade ön yüzlerinde çukurlaşma ve rengin sarı-turuncuya dönmesi şeklindedir.

Asit erozyonu sorunu ne kadar yaygındır?

İngiltere, İrlanda ve İsviçre’de çok sayıda vaka üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalarda %60 ile %90 arası gibi ve her yaş gurubunda karşılaşılan asit erozyonu saptanmıştır. Bizim klinik gözlemlerimiz de bu bulguları desteklemektedir.

Asit erozyonu ile ilgili global araştırmalara rastladınız mı?

Dünya tıp literatürünün internet üzerindeki veri tabanı olan PubMed üzerinde inceleme yapılacak olursa asit erozyonu ile ilgili 1970’lerden itibaren yayınların bulunduğu, ancak bunların az sayıda olduğu, 1990’lar itibarı ile yıllık neşriyatta bir artış olduğu, özellikle 2006 ve sonrası dönemde ise önceki dönemlerin toplamından fazla sayıda araştırma bulunduğu görülecektir. Bu da konuya verilen önemin gittikçe arttığını göstermektedir. Dolayısı ile asit erozyonu ile ilgili giderek artan ve bazıları epidemiyolojik düzeyde saha çalışmaları olmak üzere literatür bulunmaktadır.

Asit erozyonu kimler için risk teşkil ediyor?

Yapılan çalışmalar çocukluk çağından itibaren herkesin asit erozyonu açısından riskli olduğunu ortaya koymaktadır. Bunda en büyük etken günümüzdeki beslenme alışkanlıklarıdır.

Kliniğinizde hastalarınızın yüzde kaçı asit erozyonu sorunu yaşıyor?

Hastalarımızın % 80’i asit erozyonuna bağlı diş hassasiyeti, madde kaybı ile karakterize renkleşmeler gibi sorunları taşımaktadırlar. Dolayısı ile görülme sıklığı yüksek bir komplikasyondur.

Bazı insanlar bazılarına göre daha mı fazla risk altında?

Evet, beslenme, hijyen yani diş fırçalama alışkanlıkları ve mesleki ortam itibarı ile bazı kişiler daha fazla risk altındadırlar.

Asit erozyonunun nedenleri nedir?

Asit erozyonunun etkenleri ağız ortamında bakterilerin ürettikleri hariç tutularak, iç ve dış kaynaklı direkt asitlerin mine ve dentine yaptıkları mineral kayıplarıdır. Günümüzdeki beslenme alışkanlığının daha ziyade asitli koruyucular içeren hazır gıdalar ve içeceklerden oluşması bunda en büyük kaynağı oluşturmaktadır.

Asidik yiyeceklere bir örnek verebilir misiniz?

Meyveler ve meyve suları, hazır gıdaların çoğunluğu, gazlı içecekler, fermente alkollü içeceklerin bazıları, turşu ve sirke yüksek oranda asit içerirler (Mandel 2005).

Bu besin alışkanlıklarımızı, yeme alışkanlıklarımızı, diş fırçalama alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz anlamına mı geliyor?

Kişilerin beslenme alışkanlıklarında kökü değişiklikler yapmaları majör sağlık problemleri ile karşılaşanlar dışında pek olası gözükmemektedir. O nedenle yapılması gereken bazı ufak fakat etkili önlemler ile asit erozyonu riskini azaltmaktır.

Kişi asit erozyonu sorunu yaşadığını nasıl anlar?

Dişlerde hassasiyet, kamaşma veya renklerinde sarı-turuncu koyulaşmalar ile farkına varılabilir. Ancak bu evreler erozyonun ilerlemiş safhalarına denk gelebilir. Erken teşhis için rutin diş hekimi muayeneleri şarttır.

Asit erozyonunu tedavi etmek önemli midir?

Evet, zira önlem alınmadığında ilerleyerek kalıcı hasarlara yol açmaktadır. Asit erozyonu tedavisi üç komponentten oluşmaktadır: 1-kişin evde yapacağı bakım (florlu diş macunu kullanımı) ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi, 2-diş hekiminin uygulayacağı flor, 3-fazla aşınma durumunda yapılacak dolgu veya laminate veneer türü kaplamalar.

Aşınmış diş minesi tekrar eski haline gelebilir mi?

Mineral kaybına uğramış minenin (demineralize mine) tekrar mineralize olma (remineralizasyon) olasılığı vardır. Memelilerde bu süreç nefes alırken ağza giren karbon dioksit gazının çok az bir miktarının tükürükle temasta karbonik aside dönüşmesi, karbonik asidin tükürük içerisindeki eriyik mineralleri iyonize hale getirmesi, mineral iyonlarının demineralize mineye bağlanmaları şeklinde gelişir. Bu doğal süreç doğal beslenme ortamlarında yeterli olur. Ancak günümüz beslenme alışkanlıkları çok fazla asit alımı ile bu doğal demineralizasyon-remineralizasyon mekanizmasının yetersiz kalmasına yol açmaktadır.

Öte yandan bu tekrar kazanım çok küçük kayıplar için geçerlidir. Geri dönüşü olan evre atlanıldıktan sonra oluşan hacmi daha büyük mine kayıplarının doğal yollar ile telafisi mümkün değildir. Kısaca mine kayıpları çok küçük oranlarda iken doğal yollar ile telafi edilebilirler. Bu doğal sürece katkıda bulunmak için flor içeriği yüksek olan diş macunlarının kullanımı önerilmektedir. Zira demin bahsettiğim karbondioksit-karbonik asit-serbest mineral mekanizmasının işlemesi normalde çok az miktarlarda gerçekleşmektedir. Tükürükteki serbest mineral miktarı floridli diş macunu ile zenginleştirilerek karbonik asidin etkiyeceği mineral oranı arttırılabilir ve bu suretle tekrar mine oluşumu sağlanabilir.

Bir diş hekimi olarak hastalarınıza dişlerini asit erozyonuna karşı ya da asit erozyonunun etkilerine karşı koruması için ne önerirsiniz?

Öncelikle asitli besinleri öğün aralarında tek başına tüketmemeleri. Örneğin iki öğün arası taze sıkılmış meyve suyu içmemeleri.

Asitli gıdalar ile birlikte asitli olmayanları da tüketmeleri. Böylelikle ağız ortamı asidikten bazik ortama dönüşebilir ve birbirlerini dengelerler. Alkali özelliği olan süt ve süt ürünleri öğün sonuna doğru tüketilirse daha önce yenmiş olan asidik gıdaların etkilerini nötralize ederler. Örneğin yemek sonunda peynir çeşitleri yenebilir.

Besin seçimlerimiz arasına flordan zengin olan çay, deniz mahsulleri (sardalya), sakatatlar (karaciğer, böbrek), elma, ıspanak, ayçiçeği yağı, tahıllar, yumurta ve sütü öncelikli olarak katmamızda yarar vardır. Bu gıdaları tükettiğimizde ağızda çiğneme esnasında tükürüğe karışan serbest flor mineralleri remineralizasyon (tekrar mine oluşumu) için faydalıdır.

Mineye asit etkidikten bir süre sonra tükürüğün yıkama etkisi ile asitler ortamdan uzaklaştırılırlar. Bu sebeple tükürük yıkamasına yardımcı olacak şekilde su ve mineral maden sularının içilmesinde fayda vardır.

Öğün sırasında alınan asitlerin etkisiyle bir kısım minede mineral kaybı olarak yumuşar. Bu nedenle yemekten hemen sonra diş fırçalamak yerine ağzın doğal ortamındaki minerallerin bu mineral kaybına uğramış bölgelere çökelmesi için zaman tanımamız gereklidir. Aksi takdirde hemen fırçalama yaptığımızda yumuşamış minenin erozyonuna katkıda bulunuruz. Yemeklerden en az bir saat sonra diş fırçalanmalı ve bu flordan zengin bir diş macunu eşliğinde gerçekleştirilmelidir.

Her öğün sonrası kuru bir diş fırçası ile su ile ıslatmadan, florlu diş macunu uygulayarak, iki dakika süre ile diş ve dişeti birleşiminde oval-dairesel minik titreşim hareketleri ile uygulama yaptıktan sonra dişetinden dişe doğru (kırmızıdan beyaza) fırça ile süpürme hareketi yapılmalı, daha sonra mine yüzeyleri dairesel hareketler ile her yönden süpürülmelidir. Bu fırçalama işlemleri alt ve üst çenelerde, ön, yan ve arka dişler için eşit sürelerde uygulanmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güzellik

Diyet

Anne - Bebek